EÄŸitim
Rövanşı olmayan yenilgi ve ‘bizim adam’lar - PROF. DR. İSKENDER ÖKSÜZ
Follow @dusuncemektebi2
PISA, 15 yaşında gençlerin fen, matematik, okuduğunu anlama gibi temel becerilerini ölçüyor. Bir bakıma çocukların ilk ve orta eğitimlerindeki kazanımlarına veya kazana-ma-malarına bakıyor. Kısaltmanın açılışı şöyle: Progamme for International Student Assesment- Milletlerarası Öğrenci Değerlendirme Programı.
Testin yapıldığı 35 OECD ülkesi arasında fen ve matematikte sondan üçüncüyüz. Meksika ve Åžili bizim hemen altımızda. Meksika’yı hatırlayacaksınız, ÅŸu anda içinden geçtiÄŸimiz ekonomik sarsıntıda TL’ye en yakın etkilenmeyi gösteren para birimi Peso’nun ülkesi. OkuduÄŸunu anlamada Peru sayesinde sondan dördüncülüğe yükseliyoruz.
Mezun yetiÅŸkinler için de bir test var. PIAAC: Programme for the International Assesment of Adult Competencies, Türkçesi ile, YetiÅŸkin Becerilerinin Milletlerarası DeÄŸerlendirmesi. 16-65 yaÅŸ aralığına uygulanıyor; PISA’nın bittiÄŸi yerde baÅŸlıyor. Maalesef bu resim de PISA kadar karanlık: Okur-yazarlıkta 34 ülke arasında 31., yani yine sondan üçüncüyüz. Sadık dostumuz Åžili bizi tekrar kurtarıyor, bir de Jakarta… Sayısalda yerimizi koruyoruz; yine sondan üçüncüyüz. Ancak Åžili ile Jakarta, altımızda yer deÄŸiÅŸtirmiÅŸ. Testin “teknolojice zengin ortamda problem çözme” adı verilen ayağı, bilgisayar kullanımına dayanıyor. Bunda sonuncuyuz. Bu dalda maalesef Jakarta’da henüz anket yapılmamış. Åžili haini ise bizden iyi puan almış!
Genel kalitesizlik yaygınlaşırken birkaç kurumun büyük gayretlerle bu genel çöküntüden uzak kalması bir süre için mümkün olabilir. İlelebet değil.
Biz galiba bu sonuçların ne anlama geldiğinin idrakinde değiliz. Sanki futbol takımımız bu sefer elenmiş de bir dahaki sefere daha iyi oynarız gibi, antrenörü değiştirirsek her şey düzelecekmiş gibi tepki veriyoruz. Bu hezimetler bir dahaki sefere düzelecek hatalar değil. Bu sonuçlar bize seksen milyonun okullarının eğitemediğini, bu okullara gitmekle insanımızın pek bir şey kazanamadığını söylüyor. Orta gelir tuzağı denilen hâlin kök sebepleridir bunlar. Bağımlılığın, başkalarına mecburiyetin, kabiliyetli gençlerimizin yurt dışına kaçmak için fırsat kollamalarının, en iyi beyinlerimizi kaybetmemizin...
Hatta dükkân, kooperatif, marka isimlerinde yabancılara imrenip bilir bilmez yabancı dillerde adlar kullanmamızın; kültür tahribatının da sebebi bu hâlimizdir. Marka adlarında yabancı dillerin hâkimiyeti; “onların, ötekilerin” bizimkilerden kaliteli olduÄŸunun ÅŸuurlu veya ÅŸuursuz farkında olmamızdandır. Bu farkındalıktandır ki meskende deÄŸil “residence”ta oturur, mevki deÄŸil “lokasyon” seçeriz; seçkin deÄŸil, birinci sınıf deÄŸil, “Premium” otellerde hatta “hotel”lerde kalırız.
Ülke olarak aldanmalarımızın, yanlış seçimler yapmamızın, yanlış yollara girişimizin kökünde de eğitemeyen eğitim kurumlarımız var. İnsanlarımızın teröre, sapık ideolojilere kanma sebebi budur. Bunların rövanşı, bir dahaki seferi yok. Niteliksizlik dibi görünmeyen bir helezondur. Bir önceki halka bir sonraki düşüşün sebebidir.
1920’lerde, 1930’larda okuryazarlık oranımız çok düşüktü. Yüzde 7 civarındaydı. Kadın nüfusunda bu oran yüzde 5’in de altına iniyordu. Bir an önce bu seviye yükselsin diye okullar açtık. Hem ne yapılacağı, nasıl yapılacağı belliydi hem de bunları yapacak niteliÄŸe sahip insanlarımız hâlâ vardı.
Bugünkü halimiz daha acıklı. Okullarımız var, adım başı üniversitemiz var. Fakat sıkıntımız nicelikte değil, nitelikte ve nitelik düşüklüğünün tedavisi maalesef daha zor. Azı çoğaltabiliyorsunuz. Ama on niteliksiz, bir nitelikli adam eğitemiyor.
OKUMA YAZMA BÄ°LEN CAHÄ°LLER!
Bu seviyelerle bizi bu topraklarda yaÅŸatmazlar. Tıpkı en az Anadolu kadar anayurdumuz olan Rumeli’de yaÅŸatmadıkları gibi. Niteliksizlik, beceriksizlik ilk defa başımıza gelmiyor. Tarihçi Doç. Dr. Hasip Saygılı o zamanki sosyal yapımızı irdeleyen birçok müellifi inceledikten sonra, problemlerimizi, “... nitelikli insan gücü eksikliÄŸi, sosyal deÄŸerler sistemimizin aşınması, halkın psikolojisindeki kayıtsızlık hâli ve ordunun kalitesi…” diye saymaktadır. Bunlardan birincisi insan sermayesinin, diÄŸer ikisi sosyal sermayenin cepheleridir. Ordunun kalitesi hâriç, bir asrı aÅŸkın bir müddetin sonunda temel problemlerimiz hâlâ deÄŸiÅŸmemiÅŸ gibidir. Ordumuzun son on yılda içeriden yediÄŸi darbeleri de kaydetmek gerekir. Genel kalitesizlik varken ve yaygınlaşırken birkaç kurumun büyük gayretlerle bu genel çöküntüden uzak kalması, bir süre için mümkün olabilir. Ama ilelebet mümkün deÄŸildir.
Mümtaz Turhan yıllar önce girdiÄŸimiz çıkmazı fark etmiÅŸ, Türkiye henüz okur-yazarlık problemini çözmemiÅŸken, “Cahillere okuma-yazma öğretirseniz, okuma yazma bilen cahiller elde edersiniz” hükmüyle kaliteye, her ÅŸeyden önce de üniversitenin kalitesine vurgu yapmıştı. Daha sonra göreceÄŸimiz gibi Turhan, 1950’lerdeki Millî EÄŸitim sistemimizi de büyük bir gürültüyle dönen muazzam bir çarka benzetmiÅŸ, fakat bu büyük çarkın Anadolu’nun çorak topraklarına su taşıyamadığını söylemiÅŸtir.
TEMEL SORUN Ä°NSAN KALÄ°TESÄ°
Uluslararası test sonuçları, biz ne zannedersek zannedelim, neleri başardığımızı düşünürsek düşünelim, çarkın hâlâ su taşımadığını göstermektedir.
Yapılacaklar bellidir. Her ÅŸeyden önce insan kalitesinin baÅŸ meselemiz olduÄŸunu kabul etmeli, binalardan, tesislerden, okullarımızın sayısından önce kaliteye odaklanmalıyız. Şüphesiz bu elitizmdir; fakat tarif ettiÄŸimiz ÅŸartlarda elitizmden baÅŸka çare yoktur. Düşününüz ki bizim “elitler”; Finlandiya’nın, Norveç, Ä°sviçre ve Japonya’nın aleladesidir. Durum bu derece vahim!
Elit düşmanlığı yürütülen şu günlerde tam tersini haykırmalıyız. Bu seviyesizlikten kurtulmanın tek yolu elitlerdir, yani ehliyet ve liyakattir.
PISA ve PIAAC’ın iÅŸaret ettiÄŸi gibi, okuduÄŸunu anlamayan, okuduÄŸunu mütalaa edip ondan hüküm çıkaramayan on adam yan yana gelse o hüküm yine çıkmaz. O on adam okuduklarını tek tek anlamıyorlarsa, toplu kıraatleri sonunda da anlamayacaklardır. Yüz seviyesiz üniversite bir seviyeli üniversite etmez.
Başarılı ülkeler, bir avuç da olsa elit yetiştirebilen ve sonra işlerin başına bu elitleri geçirebilen ülkelerdir. Ama kalite kaliteyi doğurur. Bu da yükselen bir helezondur. Bunda da bir önceki halka bir sonrakinin sebebidir ve kısa zamanda o bir avuç elit bütün ülkeyi elit yapar. Elitlik sıradanlaşır! Finlandiya olursunuz.
Bir an önce dünya ölçülerinde birinci sınıf olmaya aday beş üniversitemiz seçilmeli ve bunlar için gerekiyorsa özel kanun çıkarılmalıdır. En iyi olma potansiyeline sahip elli orta öğretim kurumumuz, belki beş yüz ilköğretim, bir o kadar ilkokul öncesi okulumuz mercek altına alınmalı; gerekirse bunlar sıfırdan, yeni baştan kurulmalıdır. Başarı sağlandığında, başarının kök sebebinin neler olduğu tespit edilmeli ve sistem dalga dalga diğer öğretim kurumlarına yayılmalıdır. Son analizde hakem yine PISA ve PIAAC gibi testlerde aldığımız sonuçlar olmalıdır.
Yoksa sefaletin karşısına geçip “Eyyy OECD, eyyy Ekonomik Forum!” diye nutuk atmak belki bizi tatmin eder, yüreÄŸimiz yaÄŸ baÄŸlar ama çöküş devam eder.
Bunları yapabilmemiz için “bizim adamlar”dan kesinlikle vazgeçmeli, en iyi ve en zekileri, yani liyakat sahiplerini bulup iÅŸe sürmeliyiz. Hastalığımızın kök sebebi “bizim adamlar”dır. Patrimonialismdir. Patrimonialismin kitleleÅŸmiÅŸ hâli clientelismdir.
Önce, zaten gelmemeleri gereken karar noktalarını iÅŸgal eden “bizim adamlar”dan kurtulmanın yolunu bulmalıyız.
Bu, daha evvel kaybettiğimiz maçın rövanşını almaya veya bir sene sonraki maçlara hazırlanmaya benzemez. İllâ benzetme yapılacaksa şu soruyu sorunuz: Sevdiğiniz kritik bir ameliyata girecek. Usta bir hekim ve ekip mi istersiniz, belediye başkanının tayin ettiği torpilli köylüsünü veya çalınmış sorularla o mevkiye gelmiş kardeşimizi mi?
TEK ÇARE OLARAK ELİTİZM
Ä°lber Ortaylı, bir televizyon programında, bazı DışiÅŸleri Bakanlarımızın döneminde yabancı dil bilmeyen, hattâ meramlarını Türkçe dahi ifade edemeyen “bizim adamlar”ın DışiÅŸlerine doldurulduÄŸunu anlatıyordu. Åžimdi bu “bizim adamlar”; Amerikan, Alman, Rus, Yunan, velhasıl cümle âlemin DışiÅŸleri kadrolarıyla rekabet edecekler. Milletler arası arenada neler olup bittiÄŸini algılayacak, algılarına göre yol haritası çizecek ve uygulayacaklar. Algıladıklarını devletin en üst kademelerine anlatacak ve devlet politikamızın oluÅŸmasını saÄŸlayacaklar. Bu iÅŸlevler, sevdiÄŸinizin beyin ve kalp ameliyatından daha az mı kritik? Buralarda yapılan hata sadece o yakınınızı deÄŸil bir devleti, bir milleti öldürebilir. Ne dersiniz? Lâyık ve ehil olanları mı, “bizim arkadaÅŸları” mı getirelim?
Peki, Millî EÄŸitim ve üniversite planlanacak, kadroları tayin edilecek… Bu operasyonlar yakınınızın beyin ameliyatından daha hafif iÅŸler midir? Gelecek nesillerin yetiÅŸtirilmesi veya yetiÅŸtirilememesinin ağırlığı nedir? Bunları yapmaları için seçecekleriniz komÅŸu bakkalın köylüsü mü olmalı?
Elit düşmanlığı yürütülen şu günlerde tam tersini haykırmalıyız... Bu seviyesizlikten kurtulmanın, devleti ve insanımızı kurtarmanın tek yolu elitlerdir, yani ehliyet ve liyakattir.
Henüz yorum yapılmamış.